Kaygı Bozukluğunda ‘Sessiz Ataklar’: Dışarıdan Normal Görünüp İçeride Çöken Dünya

Kaygı Bozukluğunda ‘Sessiz Ataklar’: Dışarıdan Normal Görünüp İçeride Çöken Dünya

Gündelik hayatını yaşıyor gibi görünürken için için çöküyorsan, işte bu yazı tam senin için çünkü bu sessiz ataklar fark edilmediğinde hem ruhunu hem bedenini yıpratıyor. Dışarıdan gayet normal, hatta gülümseyen biri olabiliyorsun ama içeride kalp hızın, nefesin, düşüncelerin karmakarışık oluyor. Biri “Neyin var?” diye sorsa belki de cevaplayamıyorsun, çünkü ortada görünür bir sebep yok gibi duruyor ya-da sen öyle sanıyorsun.

Bu yazıda senin yaşadığın o görünmez çöküşleri somutlaştıracağız, adını koyacağız ve tehlikeli sinyalleri nasıl fark edebileceğini konuşacağız. Çünkü adını bildiğin şeyi yönetebilirsin, yok saydığın şeyse bir noktada patlayıp hayatını altüst edebilir. Ve evet, iyi haber var: Doğru bilgi ve destekle bu sessiz ataklar kontrol altına alınabiliyor.

Bir arkadaşım toplantılarda taş gibi dururdu, sanki her şey kontrol altında, sakin, profesyonel filan. Toplantı bitince tuvalete girip kilitliyor, kalbi deli gibi atarken aynaya bakıp “Yüzüm niye bu kadar normal görünüyor, içim paramparça” diye fısıldıyordu. Dışarıdan bakınca gayet iyi görünen bu küçük çöküş anları, işte tam da bu sessiz atakların en tipik örneği.

Bu tarz durumlarda insanın kafasında deli bir fırtına kopuyor ama bedenin geri kalanı sanki anlaşmamak için yemin etmiş gibi, dışarıya tek bir sinyal bile vermiyor. Sen de bazen böyle anlarda “Keşke biri anlasaydı, keşke suratımda yazsaydı” diye düşünüyorsan, yalnız değilsin. Bu sessiz ataklar çoğu zaman “hafif kaygı” diye geçiştiriliyor ama içeride yaşanan duygu, bildiğin dünya çöküyor hissi.

Key Takeaways:

  • Sessiz ataklar dışarıdan bakıldığında sakin, işlevsel, hatta başarılı görünürken içeride yoğun panik, boğulma, yabancılaşma ve kontrolü kaybetme duygularının yaşandığı kaygı epizotlarıdır.
  • Bu ataklar genellikle “çok hassassın”, “bir şeyin yok” gibi cümlelerle küçümsendiği için kişi kendi duygusunu da sorgulamaya başlar ve bu da utanma, suçluluk, yalnızlık hissini katlayarak artırır.
  • Sessiz atakları fark etmek için kalp atışındaki hızlanma, göğüste baskı, konuşurken otomatik pilota bağlanmış gibi hissetme, ortamdan kopma ve “şu an buradan kaçmak istiyorum” düşüncelerini ciddiye almak, yardım aramanın ilk gerçek adımıdır.

Bu ‘Sessiz Ataklar’ da Neyin Nesi?

Gün içinde toplantı yapıyor, arkadaşlarınla gülüyor, hatta sosyal medyada story bile atıyor olabilirsin ama içeride kalbin sıkışıyor, nefesin daralıyor, aklın sürekli “ya bir şey olursa”ya takılıyorsa işte orada sessiz atak devreye girmiştir. Dışarıdan kimse fark etmiyor çünkü panik atağın klasik görüntüsü yok, sen ise içten içe tükeniyorsun ve bunu çoğu zaman kelimelere bile dökemiyorsun.

The Sneaky Signs of Anxiety

Başın “hafif zonkluyor”, miden garip, göğsünde anlamsız bir sıkışma var ama yaptırdığın tüm tetkikler normal çıkıyorsa bu tabloya çok şaşırmamalısın, çünkü sessiz ataklar genelde bedensel kılığa girmiş kaygı gibi çalışıyor. Bir anda odak kaybı, anlamsız unutkanlık, gözünü kırpmadan telefona kilitlenme, sosyal ortamlarda hafif donup kalma gibi küçük detaylar da senin “sinsi sinyal” paketinin parçası olabiliyor.

How They Mess With Your Mind

Zihnin sessiz atak sırasında adeta arka planda çalışan tehlike radarı gibi sürekli tarama moduna geçiyor, bu da seni hem içten içe yoran hem de duygularını karıştıran bir hale itiyor. Aynı soruyu 10 kere düşünürken, aynı anda “niye böyle hissediyorum ki, saçmalıyorum galiba” diye kendini suçlayıp duruyorsun.

Biraz daha derine indiğinde, sessiz atakların zihnini nasıl sabote ettiğini rakamlarla bile görebiliyorsun; örneğin 2023’te yayınlanan bir çalışmada, yüksek kaygı düzeyine sahip kişilerin yaklaşık %70’inin gün içinde tekrar tekrar “felaket senaryosu kurma” döngüsüne girdiği bulunuyor ve sen bunu çoğu zaman fark etmiyorsun bile. Günlük hayatına yayılmış o minik ama ısrarcı düşünceler – “ya işten atılırsam, ya rezil olursam, ya kalbime bir şey oluyorsa” – beyninin alarm sistemini sürekli açık bırakıyor, bu da uyku kaliteni bozup hafızanı, hatta karar verme hızını bile düşürüyor. Çünkü bir noktadan sonra zihnin, gerçek riskle hayali tehlikeyi ayırt edemez hale gelip her küçük uyarıyı acil durum gibi işliyor, sen de “niye bu kadar gerginim, mantıksız geliyor ama hissediyorum” ikilemine sıkışıp kalıyorsun.

Why It’s Tough to Spot Anxiety in Others

Çevrendeki insanların çoğu aslında kendi içindeki fırtınayı gizlemede uzman, bu yüzden kaygıyı fark etmen inanılmaz zor oluyor. Gülüş, espri, yoğun çalışma temposu, sürekli online görünme… Hepsi “iyiyim” maskesinin parçası. Çünkü kaygı bozukluğunda kriz dediğin her zaman titreme, nefes darlığı şeklinde patlamıyor; bazen sadece gözlerini kaçırman ya da toplantıda bir an zihninin tamamen kapanması olarak yaşanıyor ve kimse anlamıyor.

The Mask We All Wear

Bazen ortamın en çok gülen, en sosyal, en “rahat” görünen kişisi oluyorsun ama içeride kalbin sanki sürekli 120 atıyormuş gibi hızlanmış oluyor. Sen “şaka yapan kişi” rolünü oynarken zihnin, olabilecek en kötü senaryoları saniyeler içinde hesaplıyor. Bu maskeyi yıllarca o kadar otomatik takıyorsun ki, çevrendekiler değil, sen bile kendinin ne kadar kaygılı olduğunu geç fark ediyorsun.

My Take on ‘Normal’ Life With Anxiety

Gün içinde dışarıdan tamamen fonksiyonel, hatta başarılı görünüyorsun ama zihnin arka planda hiç susmayan bir alarm sistemi gibi çalışıyor. Toplantıya katılıp sunum yapıyor, metroya biniyor, kahve alıyor, story atıyorsun ve herkes “ne güzel, ne normal hayat” diyor. Sen ise bütün bunları, göğsünde görünmeyen bir ağırlıkla, sürekli “ya bir şey olursa” sorusuyla yaşıyorsun.

Mesela sabah işe giderken herkes için sıradan olan o 30 dakikalık yol, senin için 30 dakikalık iç sorgu maratonuna dönüşüyor; metroda “bayılırsam rezil olur muyum”, toplantıda “söz sırası bana gelirse kilitlenir miyim” diye hesap yapıyorsun. Gün içinde belki 15-20 kez kalp atışını kontrol ediyorsun, telefonun pil yüzdesini, mail kutunu, mesajlarını tekrar tekrar yokluyorsun çünkü kontrol hissi kaybolursa kaygının coşacağından korkuyorsun. Ve işin en çarpıcı kısmı, tüm bunları yaşarken dışarıdan bakıldığında sen sadece biraz yorgun, belki hafif dalgın görünüyorsun, kimse “şu an içten içe çöküyorsun” diye anlamıyor, sen bile bazen “abartıyor muyum acaba” diye kendini suçluyorsun.

The Spiral: How It All Falls Apart

Garip olan şu ki, her şey genelde çok iyi gidiyormuş gibi göründüğü dönemlerde başlıyor; ufak bir tetikleyici, zihninde hızla büyüyen bir kar topuna dönüşüyor. Önce sadece “biraz gerginim” diyorsun, sonra nefesin kısalıyor, kalbin saçma sapan hızlanıyor, odak kayıyor ve sen fark etmeden kendini kontrolünü yitiriyormuş gibi hissediyorsun. Günün devam ediyor, mail atıyor, toplantı yapıyorsun ama içeride sanki zemin çatır çatır kayıyor.

When Silence Turns Into Chaos

Bazen sadece 3 saniyelik bir bakış, okuduğun tek bir cümle ya da duyduğun ufak bir ses, zihninde tam kapsamlı bir kriz başlatmaya yetiyor. Dışarıdan sakin, hatta “çok toplu” görünürken, içeride düşünceler 120 km hızla çarpışıyor, sen de hangisini susturacağını bilemiyorsun. Ve en tehlikelisi şu: kimse fark etmiyor, çünkü sen profesyonel bir “idare ediyorum” oyuncusu gibi davranıyorsun.

The Hidden Effects on Relationships

İlişkilerinde asıl darbeyi çoğu zaman bu görünmez fırtına vuruyor, partnerin ya da arkadaşların seni “soğuk” ya da “uzaklaştı” diye etiketliyor ama işin iç yüzünü bilmiyor. Sessiz atak geldiğinde, sen aslında sadece ayakta kalmaya çalışıyorsun, ama dışarıdan ilgisiz, hatta bazen bencil gibi görünebiliyorsun. Bu yanlış anlaşılmalar birikiyor, küçük kırgınlıklar büyüyor ve sonunda sen de “galiba ben gerçekten sorunluyum” diyerek kendini suçlamaya başlıyorsun.

Biraz daha açarsak, 2021’de yayınlanan bir araştırmada kaygı bozukluğu yaşayanların yaklaşık %60’ının ilişkilerinde ciddi iletişim sorunları bildirdiği yazıyor ve bu seni şaşırtmıyordur muhtemelen. Sessiz atak sırasında mesajlara kısa cevaplar veriyorsun, buluşmayı iptal ediyorsun, göz kontağından kaçıyorsun; karşındaki kişi ise bunu “istemiyor, sıkıldı” diye yorumluyor. Bir noktadan sonra ihtiyaçlarını söylemek yerine geri çekilmeyi seçiyorsun, çünkü açıklamaya üşeniyorsun ya da yine “abartıyor” damgası yemekten korkuyorsun. Ve böylece ilişkilerin yavaş yavaş duygusal olarak kuruyor, kağıt üzerinde devam ediyor belki ama içten içe sende de, onlarda da görünmez bir mesafe oluşuyor.

Coping Strategies That Actually Work

Bir anda kalbin sıkışmış gibi olurken sen dışarıdan “iyiyim ya sorun yok” diyorsun ama içeride kıyamet kopuyor, işte tam o an devreye küçük ama etkili taktikler giriyor: nefesini 4-6-8 ritmiyle yavaşlatmak, ayağının altındaki zemine odaklanmak, odadaki 5 nesneyi saymak, kısa bir yürüyüşe çıkmak, buz gibi su içmek ya da not defterine 2 dakikalık bir “beyin boşaltma” yazısı yazmak. Böylece beynine aslında tehlikede olmadığını tekrar tekrar öğretmiş oluyorsun.

What Helps Me Get Through It

Bazen sadece 3 dakika bile kurtarıcı oluyor, mesela tuvalete gidip 20 derin diyafram nefesi almak, ardından “şu an neye gerçekten %100 eminim?” diye kendine 3 soru sormak, telefon notlarına “şu an vücutta ne hissediyorum, kanıt ne, felaket senaryosu ne?” diye yazmak, sonra da koluna soğuk su tutup bedeni yeniden şimdiki ana çağırmak… küçük, basit, kimsenin fark etmediği ama seni ayakta tutan mikro ritüeller gibi düşün.

The Power of Talking It Out

Bir noktada tek başına savaşmaktan yoruluyorsun ve fark ediyorsun ki konuşmak aslında sinir sistemin için bir reset tuşu gibi; güvenilir bir arkadaşına “şu an içimden ne geçtiğini sana filtresiz anlatacağım” dediğinde, beynin tehdit algısını düşürüyor, duyguların yüzde 30-40 oranında hafifliyor, terapide ise bu süreç daha da yapılandırılmış ilerleyip hem çocukluk tetikleyicilerini hem de bugün tekrarladığın kalıpları görmek için net bir harita çıkarıyor.

Çoğu insan seninle dertleştiğinde rakamları söylemiyor ama araştırmalar, sadece yaşadığın şeyi kelimelere dökmenin amigdala aktivitesini azalttığını ve duygusal yoğunluğu belirgin şekilde düşürdüğünü gösteriyor, yani içinden geçen “abartıyorum herhalde” cümlesi aslında gerçeği yansıtmıyor çünkü konuştuğunda fizyolojik olarak sakinleşiyorsun. Bu yüzden bazen sadece “şu an kalbim çok hızlı, mantıklı biliyorum ama sanki kötü bir şey olacak gibi” demen bile yeterli oluyor, karşındaki kişi çözüm üretmek zorunda değil, seni kesmeden dinlemesi bile sinir sistemine güven duygusu taşıyor. Ve ilginç tarafı şu ki, ne kadar çok paylaşırsan o kadar hızlı fark ediyorsun: “Aa, bu döngü bana tanıdık geliyor, demek ki yine aynı tetikleyicideyim”, böylece terapi odasında ya da güvendiğin bir arkadaşla yaptığın sohbet, bir noktadan sonra kriz söndürmekten çıkıp önceden uyarı sistemi kurmaya dönüşüyor.

Why Reaching Out Matters More Than You Think

Çoğu zaman “kimse anlamaz” diye susuyorsun ama ilginç olan şu: araştırmalar, sosyal destek alan insanların kaygı belirtilerinde yüzde 30’a varan azalma yaşadığını gösteriyor. Yani içinden “kimseye yük olmayayım” dedikçe aslında yük daha da ağırlaşıyor. Sen paylaştıkça, beynin tehlike modundan yavaş yavaş iniyor, sinir sistemin “yalnız değilim” mesajını alıyor. Tek bir mesaj, tek bir arama, bazen aylardır taşıdığın o boğucu baskıyı ilk kez çatlatan şey olabiliyor.

Finding Your Tribe

Sanıyorsun ki herkes hayatını rayında yaşıyor, kaygı sadece sende var, ama işin aslı tam tersi; Türkiye’de anksiyete bozukluğu oranı her 5 kişiden 1’ine kadar çıkabiliyor. Yani sen “tuhaf” falan değilsin, sadece henüz kendi tayfanı bulmamış olabilirsin. Online destek grupları, terapi toplulukları, hatta anonim forumlar bile, “sadece ben değilmişim” dedirten o ilk kırılma anını sağlayabiliyor. Ve o an, sessiz atakların senden güç çaldığı değeri geri almaya başladığın yer oluyor.

The Strength in Vulnerability

Çoğu kişi zayıflık gibi görse de kırılganlığını açman aslında psikolojik dayanıklılığını artıran en güçlü hamlelerden biri. Duygularını sakladıkça beynin “tehlike var” sinyalini sürekli açık tutuyor, ama paylaştığında sinir sistemin gevşemeye başlıyor, bu da sessiz atakların şiddetini ve süresini azaltabiliyor. Ve işin güzeli, bu güç gösterisi kimsenin görmediği bir sahnede değil, tam da “en dağınık” halini gösterirken gerçekleşiyor.

Bazen kırılganlığını ortaya koymanın seni kontrolsüz göstereceğini düşünüyorsun, halbuki araştırmalar, duygularını adlandırıp paylaşan insanların travma sonrası toparlanma hızının yüzde 40’a kadar arttığını söylüyor. Yani “bugün çok kaygılıyım, kalbim sıkışıyor, kafam durmuyor” dediğin o an, aslında sessiz atağın iplerini biraz gevşettiğin an. Çünkü adını koyduğun duygu, seni esir almak yerine seninle pazarlık etmeye başlıyor. Arkadaşına, terapistine ya da küçük bir destek grubuna “şu an iyi değilim” demek, kontrolü kaybettiğinin değil, kontrolü bilinçli şekilde eline aldığının kanıtı. Kırılganlığın zırhını indirmen değil, sana yeni bir zırh kazandıran süreç, hem de içten dışa çalışan türden.

What’s Next for You?

Birçok kişi kaygıyla ilgili yolculuğun ya tamamen bitmesi ya da hiç düzelmemesi gerektiğini sanıyor ama senin için sıradaki adım aslında daha küçük, daha gerçekçi. Şu an yaptığın şey -okuyup anlamaya çalışman- zaten değişimin ilk kanıtı. Bundan sonra ne var biliyor musun? Birkaç basit pratik, biraz profesyonel destek ihtimali, biraz da kendine karşı daha az acımasız olduğun bir hayat. Hepsi bugünden başlamak zorunda değil, ama hiçbiri senin erişemeyeceğin kadar uzakta değil.

Taking Small Steps to Change

Çoğu insan “değişim” deyince hayatını bir gecede altüst etmek zorunda olduğunu sanıyor ama sende iş öyle yürümeyecek. Günde sadece 5 dakika nefes egzersizi yapmak, bir atak günlüğü tutmak, hatta sadece bir arkadaşına “kaygı yaşıyorum” demek bile beynin stres devresini somut olarak değiştirmeye başlıyor. Bugün tek bir küçük adım seç, abartma, mükemmel olsun diye kasma; önemli olan, kaygının seni ittiği yönden bir tık ters yöne doğru yürümeye başlaman.

Me vs. Anxiety – The Ongoing Battle

Birçok kişi seninle kaygının savaşmak zorunda olduğunu düşünüyor, sanki kazanan ve kaybeden olacak tek bir final maçı varmış gibi ama bu hikaye o kadar siyah beyaz değil. Asıl mesele, senin kim olduğunu kaygıdan ayırabilmen, yani “Ben kaygılıyım” yerine “Ben kaygı yaşayan biriyim” demeye başlaman. İşte o an, kontrol yavaş yavaş yer değiştiriyor.

Gün içinde 40-60 kez kaygılı düşünce gelmesi aslında pek çok araştırmaya göre “aşırı sıra dışı” değil ve senin kafanda dönen o cümleler -mesela “ya rezil olursam” ya da “ya kalbime bir şey olursa”- sadece otomatikleşmiş beyin alışkanlıkları. Bazı terapilerde, özellikle BDT’de, bu düşüncelerle arana 2-3 saniyelik bir mesafe koyman öğretiliyor ve bu minicik gecikme bile panik döngüsünü zayıflatabiliyor. Sen bu oyundaki oyuncusun, kaygı ise sadece çok bağıran ama nihayetinde senin onayını almadan hiçbir şey yapamayan bir iç ses.

Bazen yatarken “Bugün yine kaybettim, bütün gün kaygı kazandı” diyorsun ya, orada tabloyu biraz ters çevirmek işine yarayabilir. Mesela atak geldiğinde ortamı terk etmedin mi, kalbin çarparken bile toplantıda kaldın mı, sosyal ortamda sesin titrerse titresin konuşmaya devam ettin mi; bunların her biri sinir sistemine “Tehlike yok, ben buradayım” mesajı yazıyor. Evet, rahatsızlık yine var, boğaz düğümleniyor, eller terli ama sen harekete devam ettiğin her saniye o günün kazananı aslında sensin.

Bu yüzden “savaş” kelimesini biraz yumuşatmak bazen işe yarar, çünkü sürekli savaş halinde olmak da vücudu yoruyor. Bazı günler stratejin kaygıyla çatışmak değil, onunla yan yana yürümek olabilir; işe gidip kaygıyı da yanında götürmek, derste olup kalp çarpıntını da orada bırakmak gibi. Kaygıya “Tamam, geliyorsan gel ama direksiyona sen geçmiyorsun” dediğin her an, bu bitmeyen mücadelede denge senin tarafına kayıyor ve evet, başlangıçta küçük, ama bir süre sonra hayat kaliteni fark edilir şekilde değiştiren bir güç kazanıyorsun.

Kaygı Bozukluğunda ‘Sessiz Ataklar’: Dışarıdan Normal Görünüp İçeride Çöken Dünya – Sonuç

Her 5 kişiden 1’inin hayatında en az bir kez yoğun kaygı dönemi yaşadığı biliniyor ve sen de bu tabloya dahilsen, yalnız olmadığını bilmek iyi gelebilir. Bu sessiz atakları fark etmeyi, bedenini dinlemeyi ve tetikleyicilerini çözmeyi öğrendikçe, kontrolün yavaş yavaş tekrar senin eline geçtiğini hissedeceksin. Çünkü adını koyduğun her duygu, seni biraz daha özgürleştirir.

FAQ

Q: Sessiz atak sırasında dışarıdan tamamen normalken içimde kıyamet kopuyormuş gibi hissetmem normal mi?

A: Evet, kaygı bozukluğunda adı üstünde bu yüzden “sessiz atak” diyoruz, dışarıya verdiğin görüntüyle içeride yaşadığın fırtına tamamen birbirinden kopuk olabiliyor. Sen toplantıda, derste, arkadaş ortamında gülümserken aslında kalbin deli gibi çarpıyor, beynin milyon tane felaket senaryosu yazıyor ve kimse anlamıyor ya… bu durum, birçok insanın yaşadığı çok tipik bir tablo.

Bazen beden de karışık sinyaller veriyor: içten içe titreme, sıcak basması, göğüste sıkışma, mide bulantısı, gerçeklikten kopma hissi, sanki birazdan bayılacakmışsın gibi bir hafiflik. Ama dışarıdan bakan için sadece “biraz dalgın” ya da “bugün yorgun galiba” görünüyorsun, o kadar. İşin kafa karıştıran kısmı da bu zaten, “Madem bu kadar kötü hissediyorum, neden kimse fark etmiyor?” diye düşünmen çok doğal.

İç dünyanla dışarıya gösterdiğin hal arasındaki bu uçurum seni sahtekar gibi de hissettirebiliyor: “Abartıyorum herhalde” diye kendini suçlayabiliyorsun. Halbuki bu bir abartı değil, beynin ve sinir sistemin alarma geçmiş durumda, sadece eğitimli olmadığı için bedenin bunu dışarıya bağırarak göstermiyor olabilir. Bu sessizliği bozan şey ise çoğu zaman senin durup “evet, ben şu an bir atak yaşıyorum” diyebilmen ve bunu en azından kendine itiraf etmen oluyor.

Q: Sessiz atak ile klasik panik atak arasındaki fark ne, hangisini yaşadığımı nasıl anlarım?

A: Klasik panik atakta tablo genelde çok daha görünür: nefes nefese kalma, aniden yerinden fırlama, ağlama, titreme, yardım isteme, “ölüyorum” ya da “kalp krizi geçiriyorum” korkusu ve çoğu zaman etraftakilerin de “bir şey oldu” diye fark etmesi. Sessiz atakta ise bu senaryonun bir kısmı içeride yaşanıyor ama sahne ışıkları kapalı gibi, dışarıya çok az yansıyor. Yani içeride panik, dışarıda “gayet iyi” bir insan profili var.

Sessiz atakta kalp çarpıntısı, mide sıkışması, başta hafif bir boşluk hissi, dalıp gitme, konuşurken kelimeleri kaçırma gibi daha ince belirtiler görebiliyorsun. Aynı anda bir yandan karşıya bakıp sohbeti sürdürüyor, gülüyor, sunum yapıyor, mail yazıyor bile olabiliyorsun. İçeride ise “ya şimdi kontrolü kaybedersem”, “ya saçma bir şey söylersem”, “ya herkes anlar da rezil olurum” cümleleri dönüp duruyor.

Eğer atak sırasında “şu an bir şeyler yolunda değil ama bunu kimse fark etmiyor, ben de rol yapıp normal davranıyorum” hissi baskınsa, çoğu zaman sessiz atak tarafına daha yakınsın. Hangisi olduğunu illa kesin etiketlemen şart değil, teşhis işini zaten uzman yapacak. Senin için önemli olan, yaşadığın deneyimi geçersiz kılmamak ve “nasıl görünürse görünsün, bu da gerçek bir atak” demeyi öğrenmek.

Q: Sessiz atakları kimse anlamıyorken, böyle zamanlarda kendime pratik olarak nasıl yardımcı olabilirim?

A: Sessiz ataklarda işin püf noktası, dışarıdan “normal” akarken içeride kendine küçük kaçış kapıları açabilmek. Mesela bir toplantıdasın, herkes konuşuyor ama senin kafanın içi uğultu… O anda kendi kendine minik bir protokol yapabilirsin: “Tamam, bu bir atak. Bu daha önce de geldi ve geçti. Şimdi nefesime dönüyorum.” Kulağa basit geliyor ama beynine bu şekilde net cümleler vermek, felaket filmi senaryosunu biraz olsun yavaşlatıyor.

İkinci adım, bedenini ufak ufak oyuna dahil etmek. Derin ve yavaş nefes alıp vermek, ayağını yere bastığını hissetmek, avuç içlerini hafifçe sıkıp bırakmak, elindeki kaleme, bardağa, masanın dokusuna odaklanmak gibi çok minik şeyler. Bunlar “şu an buradayım, tamamen kopmadım, hala kendimi yönetebiliyorum” hissini güçlendiriyor. Bazı insanlar için küçük notlar işe yarıyor, mesela cebe koyduğun “Bu geçecek” yazan bir kağıt… saçma durabilir ama o anda beynine iyi geliyor.

Bir diğer önemli nokta da, sessiz atakların sır gibi saklanmak zorunda olmadığı gerçeği. Güvendiğin 1 kişi bile olsa, “Bazen sessiz kaygı atakları yaşıyorum, eğer bir an dalarsam bil ki içeride zorlanıyorum” diyebilmek çok rahatlatıcı olabiliyor. Çünkü

yalnız hissetmediğinde ataklar da eskisi kadar korkutucu olmuyor.

RANDEVU TALEP ET

    24.11.2025
    44
    Ziyaretçi Yorumları

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

    Whatsapp
    0 530 363 26 98
    0 530 363 26 98
    Merhaba!
    Size nasıl yardımcı olabiliriz?
    1